Ultimate magazine theme for WordPress.

Polonezköy: Bu toprakların Polonyalıları

Polonyalılar... Leh de denir... Ruslardan sonra en kalabalık Slav halkı... Polonya'da 40 milyona yakın; ABD'de de 9 milyon Leh yaşar. Peki ya Türkiye? Evet; Anadolu toprakları kitlesel sürgünleri iyi bilir. Hem Anadolu'dan zorla gönderilenler, hem Anadolu'ya sığınanlar... Nice halk, nice insan... Sayıları az; ama Polonyalıların da işte böyle bir göç hikayesi var. Göçün adresi İstanbul'un orta yeri...

MUSTAFA KARA

Bugünlerde İstanbul’un turistik bölgelerinden sayılan Polonozköy’ün hikayesi oldukça ilginç… Adı üstünde Polonyalıların köyü. Prens Adam Çartoriski kurmuş. 1830 yılında yaşanan ayaklanma sırasında Hükümet Başkanı, sonra da ülke üç ülke arasında pay edilip ortadan kaldırılınca sürgün edilenlerin lideri… Önceleri köye onun adı verilmiş; Lehçesiyle Adampol, Türkçesiyle Adamköy denilmiş.

Prens Adam, Czajkowski adlı elçisini Osmanlı sınırları içinde sürgün Polonyalılar için bir yerleşim kursun diye göndermiş. Elçi, bir süre sonra Müslüman olup Mehmed Sadık Paşa adını almış; ama bugün Polonezköy’e dönüşen çiftliği de satın almış. 1942’de satın alınan bu çiftlik, 5 bin dönüm üzerine kurulu orman içi bir cennetti. Hala da öyle…

Önceleri 1830 sürgünü 12 kişiyle kurulan köyün nüfusu; başka Leh göçmenlerin yerleşmesiyle 220 kişiye kadar ulaşmış. 1853 Kırım Savaşı’na katılan Leh askerler, Sibirya sürgünü Polonyalılar, Çerkeslerden kaçanlar derken köyün nüfusu iyice artmış. Polonezköy’ün kuruluşunda ilan edilen yönetmeliğe göre; buraya yerleşen her Polonya asıllı göçmene 10 dönüm arazi verilmiş, ancak Polonyolılara devredilebileceği hükme bağlanmış.

Böylece Polonezköy uzun yıllar çiftçilik, hayvancılık, ormancılık ile geçinen bir Polonya köyü olarak İstanbul’un orta yerinde yaşamış. Köyün sakini Polonyalılara 1938’de vatandaşlık verilmiş, 1968’de de topraklarının tapusuna kavuşmuşlar. Ve artık bugün Polonozköy, İstanbul’un ortasında, ormanın içinde sakin bir tatil köyü. Pansiyonlar, restoranlar, kafelerle dolu.

Köyün turistik özellikler kazanmasının geçmişi taa 1920’li yıllara uzanıyor. İlk dönemler daha çok İstanbul’daki Polonyalıların ülke hasreti giderdiği bir tatil mekanıyken, zamanla hem Avrupalıların, hem de İstanbulluların dingin bir tatil gözdesine dönüşmüş. Osmanlı’nın son dönemi orduyu düzenlemek için gelen Baron Von Goltz, sık sık kaçtığı bu köy için “Kendimi Adampol’de cennetteki Adem gibi hissediyorum…” diye yazacak kadar seviyordu.

1940’lardan itibaren ise artık bilinen bir turistik bölgeye dönüşmüş Polonezköy. 1960’lardan itibaren ise İstanbulluların en gözde haftasonu mekanlarından birine… Üstelik, ulaşımı o yıllarda epey meşekkatli olduğu halde. Gözde denildiğine bakmayın, köye elektrik ancak 1973 yılında gelebilmiş. Toprak yolun açılma tarihi ise 1961. Kentin içinde ulaşımı çok zor bir köy olarak kalmış Polonezköy. Bu sayede tarım ve hayvancılık da en doğal haliyle yapılmış. Polonezköy’ün otlaklarında yetişen lezzetli hayvanların leziz etleri de ayrıca meşhur olmuş. Domuz yetiştiriciliği nedeniyle İstanbul’daki azınlıkların da en önemli et kaynaklarından biri oluvermiş.

1970’lerden itibaren İstanbul’un zenginlerinin bir yerleşim alanı olarak da keşfettiği Polonozköy’de, artık ağaçlar arasında pek çok lüks ev var. O dönemde arazi fiyatları da astronomik biçimde artınca; Mehmet Sadık Paşa’nın yönetmeliği de unutuldu. Araziler fahiş fiyatlarla Polonyalı olmayanlara da satılmaya başlandı. Polonezköy ve köyü çevreleyen geniş orman alanı 1994 yılında alınan kararla “Tabiat Parkı” ilan edilince azgın bir yapılaşma da engellenmiş oldu. Taş ocaklarından gelen kamyonlar ise hala köyün ve köydeki doğal yaşamın en büyük düşmanı…

Polonezköy’ün nüfusu bugünlerde nüfusu 1000 civarında. Ancak aralarında düzgün biçimde Lehçe konuşanların sayısı sadece 40. Yine de, örneğin Taksim Meydanı’na sadece 20 kilometre uzaklıkta olduğunuz halde, Polonezköy’de dolaşırken kendinizi farklı bir coğrafyada hissediyorsunuz. Bir Avrupa köyünün kültürü, mimarisi, dokusu, izleri sizi yalnız bırakmıyor.

Polonezköy kurulduğu günden bu yana ünlü pek çok isme de ev sahipliği yaptı. 1847 yılında ünlü besteci Franz Liszt, 1850’de Fransız yazar Gustave Flaubert, 1978’de Papa Jean Paul, 1994’te Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa… Ve daha niceleri… Köyün en bilinen ismi ise dünyaca ünlü soprano Leyla Gencer. Polonezköy doğumlu olan Gencer’in çocukluğu ve gençliği de Polonezköy’de geçmiş.

Halen Polonezköy’de faal olan Zofia Rizi Anı Evi, köyün ve Rizi ailesinin geçmişine ışık tutan bir merkez. Fotoğraflar, belgeler, kitaplar ile bir tarihi aydınlatan Anı Evi’nin defteri de köyden gelip geçenlerin izlerini taşıyor. Czestochova Meryem Ana Kilisesi de köydeki tarihi mekanlardan. Ayrıca, Polonezköy Mezarlığı’nda 92 tarihi mezar restore edilmiş durumda. Köy meydanındaki Kültür Evi Parkı ise çok güzel ahşap heykellerle dolu. Polonyalı sanatçıların, Türkiyeli öğrencilerle birlikte yaptığı heykeller kentin kültürel dokusuna ayrı bir tat katmış. Köyün bir başka mekanı ise Arıcılık Müzesi. Bal üretimine dair bilgilerin verildiği müzede, Polonezköy’ün ünlü kestane balı da satılıyor.

Polonyalıların yaptığı evlerin çoğu hala ayakta. Beyaz badanalı, kiremit çatılı ve mutlaka bahçeli çiftlik evleri köyün geçmişini hatırlatıyor; bahçelerinden ormanlık alana doğru uzanan çitleriyle bir tarihi yaşatıyorlar. Bugün çoğu pansiyon olsa da, neredeyse 200 yıla uzanacak bir belleğe işaret ediyorlar. Ortalıkta gezinen atlar, piknik alanları, restoranlar, pansiyonlar… Tarihi kilise ve caminin biraradalığı… Ve Polonezköy’ün olmazsa olmazı orman kuşları…

Polonezköy mutfağında Doğu Avrupa mutfağının güzel örnekleri olduğu gibi, ormanın izlerini de görmek mümkün. Ormanın yaşattığı doğal ürünler, Polonezköy mutfağının da belirleyicisi. Tıpkı, kestane balı gibi, yörede bolca bulunan kır mantarlarının köy mutfağında özel bir yeri var. Polonyalı sayısı azalıp, tarım ve hayvancılık yerini turizme bırakınca elbette bazı şeyler eksilmiş. Ama yine de köyün ruhunu korumak için özel bir çaba sarf ediliyor.

Polonezköylüler, 1992 yılından bu yana yaz aylarında Kiraz Festivali düzenliyorlar. Polonezköy’de her yaz büyük bir festival düzenleniyor ve Polonya’dan pek çok sanatçı bu festival için köyü ziyaret ediyor. Özellikle Polonya’dan geleneksel kıyafetlerle gelen halk dansları toplulukları büyük ilgi görüyor. Köy ahalisi festivalin tüm masraflarını da kendileri karşılıyor. Seyyar tezgahlarda ahşap, cam, oya gibi el işi ürünler, doğal reçel gibi yiyecekler satılıyor.

Türkiye Polonya ilişkileri geliştikçe Polonezköylülerin misafirleri artıyor, kendileri de sık sık Polonya’nın yolunu tutuyor. Yolu İstanbul’a düşen Polonyalılar, mutlaka köyün yolunu tutuyor ve orman içindeki bu cennetin ruhunu hissediyor.

Bir avuç Polonyalının sürgün ile başlayan, çok kültürlü, çok uluslu bir kent olan İstanbul’da noktalanan göç hikayesinden bugüne kalan bakiye Polonezköy. Gidip gelmesi zor, orman içinde bir çiftlikte kurulan yeni hayat, son yıllarda farklı bir mecraya akıyor. Köyün tarım ve hayvancılık ile başlayan hikayesi, turizm ile kurulu bir geleceğe ilerliyor. Geleneği gerçek anlamıyla yaşamak ve yaşatmak, paranın hakim olduğu turizm sektöründe kolay değil. Ama Polonezköylüler direnmeye çalışıyor. Dillerini, kültürlerini yaşatmaya çabalıyorlar.

Bir zamanlar Polonezköy’ün etrafında Bağdat Demiryolu’nda çalışanların kurduğu bir Alman köyü ile bir de Boşnak köyü varmış… Fakat onlar zamanla bırakıp gitmişler.

Polonezköy, kabuk değiştirerek de olsa, yaşıyor.

Bu toprakların Polonyalıları onlar…

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.